21 Mayıs 2014 Çarşamba

Tanpınar’ın aşk romanı Huzur’da 3 ideolojik tez

Tanpınar’ın aşk romanı Huzur’da 3 ideolojik tez Ahmet Hamdi Tanpınar ideolojik bir tez romancısı olmasa da romanlarında doğu-batı medeniyet çatışması etrafında tezler dile getirmiştir. Onun Huzur romanında üç önemli tezi vardır. Huzur’da tezler kahramanlardan İhsan’ın ağzından anlatılmıştır. Ancak eserde yer yer Mümtaz ve Nuran’ın da fikirlerine rastlarız. Eserdeki tezlerin sahibi İhsan, gerçekte Tanpınar’ın hocası Yahya Kemal’dir. Huzur’daki kahramanlardan Mümtaz ise Tanpınar’dır. Huzur’da İhsan, Mümtaz’ı adım adım yetiştirmektedir. “Bir şairin en büyük keşfi, kendi muharririni, iç alemine doğru kendisini götürecek olanları bulmaktır.” Tanpınar kendi eğitmenini Yahya Kemal olarak işaret eder bize: “onun sayesinde o kadar az yoruldum ki… İhsan’ın en güzel tarafı, insan için yolları kısaltmayı bilmesidir.” Huzur’daki bütün tezler Yahya Kemal’e ait olmasa da eserde onun izlerini sıkça duyarız. Huzur, her oturumu ayrı bir beyin fırtınası olan Yahya Kemal sohbetlerinin teze dönüştüğü bir ideolojik romandır. (Tersine bir şekilde tez romancısı Kemal Tahir’in tezlerini daha yakından anlamak için İsmet Bozdağ’ın ‘Kemal Tahir’in Sohbetleri’ kitabına bakmak gerekecektir.) 1.Tarihi Bütünlük ya da ‘bütünlüğün iadesi’ Hikayesi uzun… Arap Tarihi, ‘cahiliye dönemi’ni kerih saymaz. İslamlaşma dönemi, belirgin olarak öne çıksa da ‘cahiliye dönemi’ ‘Tarihi Bütünlük’ içinde doğal olarak yer alır. Biz kendi tarihimiz açısından böyle bir bütünlük fikrinden uzak durumundayız. Bu hem İslam Öncesi Dönem hem de Batılılaşma Dönemi’ne geçtikten sonra İslamiyet Dönemi kültür hayatımız için böyledir. Huzur’da Türk Tarihi’nin sürekliliği, ‘Tarihi Bütünlük’ ve ‘bütünlüğün iadesi’ cümleleriyle yer alır. Huzur’da Yahya Kemal’i dinliyoruz: “Yalnız bir şeyi biliyoruz. O da bir takım köklere dayanmak zarureti, tarihimize bütünlüğünü iade etmek zarureti. Bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz. Muvazaalar daima tehlikelidir.” Tarihi Bütünlük’ün iade ne demektir? Tarihin belirli dönemlerini bir takım tezlerle tasfiye etmek değil, tarihi kendi doğal akışıyla kabul etmektir. Tarihi Bütünlük’ten uzaklaşmak, toplumda değer yargıları’nın tahribine yol açmaktadır. Değer yargıları’nın tahribatı nedeniyle fertler toplumlarına özgü kimliklerini kabullene-me-mektedir. Kimliğini bulamayan kişilerin oluşturduğu toplum bunalımlara gebe toplumdur. Tanpınar’ı dinliyoruz: “Evvela insanı birleştirmek. Varsın aralarında hayat standardı yine ayrı olsun; fakat aynı hayatın ihtiyaçlarını duysunlar.” Tarihi köklerini bilen fertler farklı toplumsal kesimlere mensup olsalar da ‘biz şuuru’nu muhafaza edeceklerdir. “Maziyi ihmal edersek, hayatımızda ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder.” Tarihten kaçmak boşuna bir çabadır. İnsan için hafıza neyse, toplum için de tarih odur. Nasıl insan fikir değiştirebildiği halde, hafıza’sını silip atamıyorsa, milletler de yeni toplumsal hareketlerle tarihi birikimleri’ni silip atamazlar. Toplumlar, tarihi birikimlerinden kurtulmaya çalıştıkça bir toplumsal hastalık olan ‘anomi’ (köksüzlük) ortaya çıkar. Tarih yani geçmiş ‘ecnebi bir cisim gibi’ insanı rahatsız eder. İnsan çifte kimlikli bir varlık haline dönüşür. “Bizim musikimiz kendi içinde değişene kadar hayat karşısında vaziyetimiz değişmez sanıyorum.” Hayat karşısında vaziyetimiz, 1970’lerdeki toplumsal çözülmeyle Arabesk şeklinde ortaya çıktı. Arabesk’in en belirgin özelliği ise çifte kimlikli bir insan tipi üretmesidir. (Müslüm Gürses yazımızda Arabesk’i öne çıkaran bakışımız tashihe muhtaç. Milli kültür çizgisinin tam bir devamı olmasa da Arabesk, seçkinci Batıcılığa karşı bir halk hareketi niteliğindedir. Evet yanında ve önünde yerli aydınını bulamayan bir halkın hareketidir Arabesk. Yerli Aydın’ın durumu ayrıca ele alınması gereken bir vahamet manzarası arz ediyor hala.) Huzur’da Mümtaz, Tanpınar’dır… Mümtaz, Tarihi Bütünlük sağlanamadığı için gelecekten umutsuzdur. Ancak İhsan yani Yahya Kemal, her şeye rağmen Tarihi Bütünlük’ün sağlanabileceği kanaatindedir: “Güçlük var. Fakat imkansız değil. Biz şimdi bir aksülamel (tepki) devrinde yaşıyoruz. Kendimizi sevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede Efendi’yi Wagner olmadığı için, Yunus’u Verlaine, Baki’yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz… Başka milletlerin tecrübesini yaşamaya çalışıyoruz.” Medeniyetlerin farklı gelişme çizgileri vardır… Türkiye’de Nurullah Ataç öncülüğünde seslendirilen batıcı Ortodoks görüş, Batı medeniyetinin evrensel bir model ürettiğine inanır. Batı medeniyetinin dışındaki bütün medeniyetler, İslam Medeniyeti dahil ana yol değil, ayrık, ara yollardır. Tanpınar’a göre bu görüş, kültür hayatımızda etkin olmuş ve toplumumuz kimlik ikiliğine, dolayısıyla da kültür bunalımına düşmüştür. Tanpınar, Tarihi Bütünlük’le kimlik arasında doğrudan bir ilgi kurar: “Ben her şeyden evvel kendime sadık kalmak isterim. Bu benim, ruh bütünlüğümdür. Ancak onu elde ettikten sonra bir işe yararım.” Başka milletlerin tecrübesinden yararlanmak başka, başka milletlerin hayatını yaşamak başka bir şeydir. 2.Kültür devrimleri ve bizdeki devrimlerin mahiyeti Devrimlerin doğru yorumunu nasıl yapacağız? Hayat; ak ile karanın çatışmasından oluşmuyor. Geleceğimizi inşa sürecini yaşarken, geçmişle çatışmadan ama muhasebesini yaparak geleceğe yürüyebiliriz. Her şeyden önce Atatürk devrimleri bitmiş sonuçlanmış projeler değil. Dil Devrimi’nden Müzik Devrimi’ne bir çok devrim, gel-git’lerle devam etmiş. Atatürk kendi denemelerinden kendisi vazgeçmiş. Türkiye’nin en önemli muhafazakar düşünürlerinden biri olan Tanpınar, aynı zamanda CHP Milletvekilidir. Bir CHP Milletvekili olarak Tanpınar; devrimlerin yol açtığı travmayı işaret eder: İnsanlarımızın “hepsi bir medeniyet çöküntüsünün yetimleridir. Bu insanlara yeni hayat şekilleri hazırlamadan evvel, onlara hayata tahammül etmek kudretini veren eskilerini bozmak neye yarar? Büyük ihtilaller bunu çok tecrübe etti. Netice olarak insanı çıplak bırakmaktan başka bir şeye yaramadı.” Skolastik tıkanmışlık Evet Türkiye’deki kültür devrimi de bazı sorunlara yol açtı. Ancak devrimleri eleştirmeden önce, devrimlerin gerekçesi olan medrese odaklı skolastik tıkanmışlığı öncelikle iyi anlamak gerekmektedir. Reformcu Mehmet Akif’ten gelenekçi Mustafa Sabri Efendi’ye kadar bu tıkanmışlığı işaret edenleri unutmayalım. Benzer bir şekilde tekkelerin kapatılmasına Abdülhakim Arvasi yorumu da ilginçtir: ‘Tekkeler zaten kendi kendini kapatmıştı.’ Oliver Roy, devrimlerin can alıcı noktasını ‘ulemanın nüfuzunu kırmak’ şeklinde özetler. Skolastik tıkanmayla ‘ulemanın nüfuzunu kırmak’ operasyonunu birlikte düşünmeliyiz. Bu nüfuzun kırılmasıyla ‘Türkçe İbadet’ değil ama dinimizi Türkçe anlama yoluna girdik. Bize anlatılan dinle değil, kendi okuduğumuz ve anladığımız dinle, İmamı Maturidi’nin işaret buyurduğu ‘kendi irademizle seçtiğimiz’ dinle bir yerlere varabiliyoruz. Siyasal İslam’ın başarısında bile dinin ruhban eğiliminin tekelinden uzaklaşması var. Atatürk’ün Mehmet Akif’e Türkçe Meal, Elmalılı Hamdi Yazır’a Tefsir yazdırma projesi, bizi irademizle buluşturma düşüncenin bir sonucu. ‘Türkçe İbadet’ fikrine karşı çıkanların niçin ‘Türkçe Hutbe’ devrimini devam ettirdiklerini açıklaması gerekir. Devrimler öncesi hutbe tamamıyla Arapça okunuyordu. Demek ki, tıkanmışlığın işlevsel tasfiyesine hepimiz sıcak bakıyoruz. Cumhuriyet Devrimleri, ‘ulemanın nüfuzunu kırmak’la birlikte, devletin resmi dinin Sünni omurgalı bir İslam olmasından vazgeçmedi. Eğitimde, askerlikte ve resmi temsilde Sünni İslam’ın yerine heterodoks İslam’ın kurumsallaşmasına izin vermedi. (Cemevi, Cumhuriyet Devrimleri’nin değil, köyden şehre göçen Alevi kitlelerin yeniden yapılanmasının bir sonucu. Ve bu da sağlıklı bir gelişmedir.) 3.Milli çözüm: Halkın Gücü Yahya Kemal ve Tanpınar, halkı milli kültürün taşıcısı olarak saygıyla anarlar. Dahası halkta, geleceği inşa yolunda yaratıcı bir kabiliyet de görmektedirler. İhsan’a yani Yahya Kemal’e göre aydın-halk çatışmasının temelinde sorun bizde orta sınıfın teşekkül edememesi yatmaktadır: “Aradaki fark bizde orta sınıfın teşekkül etmemesidir. Her an doğmak için hadiseleri zorlamıştır. Fakat doğamamıştır. Ayrılık manzarası buradan gelir.” Bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak Tanpınar; İhsan’ın ağzından günümüzün sorunlarına da ışık tutmaktadır: “Günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplayacak… O zaman ne olacak? Kriz… Halbuki maarifi istihsalin yardımcısı yapabiliriz. Bütün mesele burada.” Türkiye; bugün de sanayinin ihtiyacı olan nitelikli insan gücünü yetiştirmekte başarılı değil. Oysa “işsizlere iş bulmak, mahzun yüzleri güldürmek, onları bir mazi artığı halinden çıkarmak” gerekmektedir. Tanpınar, başarılı kurumlar oluşabilmesi için gerekli arka planı işaret eder. Başarılı kurumlar “arkalarında tam bir istihsal (üretim), refaha yakın bir hayat, çalışma hızının, yalnız onun getirebileceği bir ahlak ister.” 4.Hatime: Tanpınar kimin sözcüsü? Tanpınar değişimin kaçınılmaz olduğunun farkındadır… ‘İstanbul’un marul yetiştiren bir memleket olarak kalamayacağını’ söyler. Huzur’da Tanpınar’ın Memduh Şevket Esendal’a benzer bir şekilde lonca sistemini savunduğunu görürüz. Berna Moran; Tanpınar’ın geleneksel lonca sistemini savunduğunu, ideolojik rakibi Ataç’ın ise ticaret ve sanayi burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda evrildiğini söyler. Değişim an-be-an ifadelendirilmesi gereken bir akış… Hazır reçeteler ve kolay çözümler yok. Aşk romanı Huzur’da bile ideolojik tezler var. Son söz yine Tanpınar’dan, Huzur’dan olsun: “Coğrafya, kültür, her şey bizden bir yeni terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz.” MAHMUT ÇETİN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder